top of page

Risk: Bilinmeze Atılan Bilinçli Adım

  • Yazarın fotoğrafı: Çağatay PEKGÜRBÜZ
    Çağatay PEKGÜRBÜZ
  • 5 Nis
  • 3 dakikada okunur

Hayat, sürekli olarak kararlar arasında salınan bir denge oyunu. Her adımımız, görünmez bir olasılıklar matrisine bağlanıyor. Bu matrisin içinde, çoğu zaman kaçındığımız ama bir o kadar da kaçınılmaz bir kavram yatıyor: risk almak.

Risk, çoğu zaman tehlike ya da kayıp ihtimaliyle anılır. Bu yüzden kaçınırız, ertelemeyi tercih ederiz. Ancak risk, yalnızca kaybetme potansiyeli değildir. Aynı zamanda kazanmanın, değişmenin ve dönüşmenin ön koşuludur. Belki de bu yüzden gerçek anlamda yaşayan, her zaman bir miktar risk alanlardır.

Bilinmeyenle kurduğumuz ilişki, kim olduğumuzu belirler. Ve risk almak, bilinmeyene elimizi uzatmaktır.




Mühendislikte ve Felsefede Risk


Mühendislikte risk, hesaplanabilir ve ölçülebilir bir problemdir. Sistem güvenliği, arıza olasılıkları, toleranslar ve senaryolar… Hepsi, riskin kontrol altına alınması için tasarlanır. Ama bu disiplin içinde bile, tamamen risksiz bir sistemin mümkün olmadığı bilinir. Risk yoksa, yenilik de yoktur.

Felsefede ise risk, çok daha varoluşsal bir düzlemde ele alınır. Kierkegaard, insanın en temel korkusunun “var olma sorumluluğu” olduğunu söyler. Ona göre insan ya güvenli bir yüzeyde kalır ya da bilinmeyene atlar. Ama gelişim yalnızca o atlayışta mümkündür.

Bu iki alanın kesişiminde durmak—yani hem hesaplayan hem de anlam arayan biri olmak—riskin sadece yönetilecek değil, aynı zamanda deneyimlenecek bir şey olduğunu fark ettiriyor. Her düşünce, her proje, her adım; içinde hem başarı hem de başarısızlık ihtimali taşıyor. Ve bu, yaşamı anlamlı kılıyor.


Neden Risk Alırız?


İnsanlık tarihi, risk alanların tarihidir.

Edison’un binlerce kez başarısız olduğu söylenen ampul denemeleri, Wright kardeşlerin uçamayacakları düşünülen ilk uçuş girişimleri, Marie Curie’nin radyoaktiviteyle ilgili çalışmaları… Hepsi büyük bir bilinmezliğe atılmış cesur adımlardır. Ve bu adımlar sayesinde dünyamız bugün bildiğimizden farklı bir yer haline geldi.

Ama bu tür örnekler yalnızca tarihe damga vuranlarla sınırlı değil. Günümüzde bir üniversite öğrencisinin bölüm değiştirmesi, bir çalışanının kendi işini kurması, bir ebeveynin çocuğunun alışılmışın dışında bir yola yönelmesine destek olması da aynı şekilde risk içerir. Her biri bir düzenin dışına çıkmayı, sonucu belirsiz bir yola girmeyi gerektirir.

Bu nedenle risk, yalnızca büyük kararların değil; hayatın küçük kıvrımlarında verdiğimiz sessiz ama anlamlı kararların da içindedir.


Konfor Alanı ve Pas Tutmak


Konfor alanı… Ne kadar huzurlu görünür değil mi? Her şey tanıdık, öngörülebilir, kontrol altında. Ama bu alan aynı zamanda bir tür durağanlıktır. Uzun süre kalındığında, insanı paslandırır. Alışkanlıklar, zamanla esnekliğin yerini alır. Ve insan, gelişme yeteneğini yavaşça yitirir.

Oysa risk almak, konfor alanını terk etmektir. Bu, bazen bir mühendislik projesinde daha önce hiç denenmemiş bir çözümü önermek olabilir. Bazen tüm kariyerini arkasında bırakıp, içten içe hissettiğin başka bir yola yönelmek… Bazen de sadece hayır demeyi öğrenmek.

Benim için bu yazıyı yazmak bile küçük bir risk. Çünkü düşündüklerimi, hissettiklerimi açıkça ifade ediyorum. Yanlış anlaşılabilir, yetersiz bulunabilir ya da fazla “kişisel” bulunabilir. Ama yine de yazıyorum. Çünkü risk almak, aynı zamanda kendine sadık kalmanın da bir biçimidir.


Zihinsel Risk ve Düşünce Cesareti


Risk denince çoğu kişinin aklına somut kararlar gelir: iş değiştirmek, ev almak, yatırım yapmak. Ama zihinsel riskler çok daha sinsi ve derindir. Bir fikri ilk kez dile getirmek, yaygın inanışlara karşı çıkmak, herkesin “doğru” bildiği bir şeyi sorgulamak…

İşte gerçek cesaret burada devreye girer. Zihinsel risk, sosyal onay kaygısını aşmayı gerektirir. Sorgulayan zihin yalnızlaşabilir. Ama tam da o yalnızlıkta özgünlük yeşerir.

Bu blogu yazarken bunu sık sık yaşıyorum. Felsefi bir perspektifle teknik bir dünyayı anlamlandırmaya çalışmak, bazen iki tarafın da garipseyebileceği bir yolculuk. Ama işte o arada, o gri bölgede, yepyeni bir bakış açısı doğuyor. Ve o bakış açısı, birilerinde yankı bulduğunda, aldığım riskin karşılığını bulduğunu hissediyorum.


Riskin Ritmi: Yaşamın Dinamiği


Dikkat ederseniz doğanın kendisi de risk alır. Bir ağaç, toprağın derinliklerinden besin bulamayacağını bilse bile kök salar. Bir çiçek, don tehlikesine rağmen açar. Hayat, sürekli bir deneme-yanılma döngüsüdür. Ve bu döngünün temelinde risk alma vardır.

Statik bir hayat, aslında cansızlıktır. Yaşam dediğimiz şey, hareketten, değişimden, akıştan ibarettir. Ve her değişim, doğası gereği risklidir.

O halde risk almak, yaşama katılmanın en sahici yoludur.


Sonuç: En Büyük Risk?


Bazen en büyük risk, hiç risk almamaktır. Çünkü bu, hem dış dünyanın hem de içsel potansiyelin kapılarını kapatmaktır. Oysa risk almak, insanın kendine verdiği en dürüst iltifattır.

Kendine şu soruyu sorman yeterli:“Bugün bir şeyi gerçekten değiştirebilecek bir risk aldım mı?”

Ve eğer cevabın evet ise, belki sonuç ne olursa olsun, o günü yaşamaya değer kıldın demektir.

 
 
 

Comments


Follow me

© 2023 by Nicola Rider.
Proudly created with
Wix.com
 

bottom of page